Düşünce, hayatın tüm evrelerinin belirleyici unsurudur. Düşüncenin kökü ise his. Değişim sürecini de belirleyen bu kök, duyguya giden yolu açan greyder gibidir. Greyderin, neyi şarampole kürüyeceğinin belirsizliği korkuya sebep olsa da engellenemez. Ansızın bilince düşen his, insan iradesinin etkisi dışındadır. Olmadık zamanda, olmadık yerde ve olmadık anda geldiğinden hazırlıklı olmak gerekecektir. İlk anda saklanmak istenir; çünkü ne idüğü belirsizdir. Belirsizlik arttıkça tedirginlik de artacaktır. Ansızın geldiğinden yüz şekli ve mimiklerin saklanması zorlaşır. İrade gücü, sadece tepkilerin kontrolünü sağlayabilecektir, hissin gelmesinde etkisi yoktur.
Hissi, önce bilinç karşılar. Bazıları o kadar güçlüdür ki daha -“Hoş geldin, sen de kimsin?” diyemeden, düşünceye askıntı olmaya başlar. Hemen düşünceye dönme acelesi şaşkınlığa sebep olur! Bazıları beceremese de içte yaşanan bu savaş yorucudur. Duyu organlarından gelen etkilerin tetiklediği his, düşünce aşamasına gelinceye kadar sorgulanacaktır; ama engellenemeyecektir. Bir kısmı düşünceye dönüşemeden kapı dışarı edilse de o kadar yoğun saldırıya geçer ki baş etmek oldukça zordur.
Kaynaklarda his; “Yaşanılan, tanık olunan ya da gözlemlenen şeylerin kişinin kalbinde yarattığı etki.” olarak tanımlanır. Kalbin etkilenmesi, elbette bir takım bedensel tepkilere de sebep olacaktır. Toplumsal, ahlaksal ve kişisel ilkelere aykırı gelen hislerin saklanma ihtiyacı doğabilecektir. Yarı imrenme, yarı kıskanma, yarı öfkelenme ile kalpteki etkiyi savuşturma eylemi yorar. Korkulan şey; güçlü bir his, düşünceye evrilirken ulaşılan duygunun zapt edilemez olmasıdır. Artık davranışa giden yol, çok kısalmıştır. Çok sakıncalı bir histen davranışa giden kısa yolun sonunda, ne olacağını düşünebiliyor musunuz? Çok ciddi bir ortamda, kalbe düşen etkiyle savaşan birinin dili dolaşacaktır. Sözlerin sırası karışacaktır. Engellenme çabası yorar. Terbiye sınırının ötesinde kapıda beliren hissin, saklanması zorunluluğunu düşünebiliyor musunuz? Ya saklanması becerilemez ise ne olacaktır? Ne ahlâksızlık, ne terbiyesizlik, ne manyaklık kalacaktır! Yüz yüze değilken ortaya çıkan hissin, ifadesi ve bastırılması kolaydır; ama yüz yüze olduğunuzda ne olacaktır? Tahammül edilemeyen birine refleksle yapılan davranış, etik değerlere sığmayacağı için mutlak kontrol edilmelidir; ama bütün korku, duygusal ve öfkeli durumlardır. Bu davranışlara mantık değerleri etki edemediği için kontrolünü kaybeden bir gücün, neyi yok edeceği belli olmayacaktır.
Başka kaynaklarda düşünce için; “Soyut bir nesnenin beyinde oluşturduğu faaliyettir.” denilmektedir. Hissin, duyu organlarından gelen etkinin kalpteki izdüşümü “soyut” sayılmıştır. Etkinin devinim süreci, faaliyetle tanımlanabildiği için düşünceye dönen his, artık davranışa koşarak ulaşacaktır. O durumlarda etkinin histen düşünceye, oradan duyguya dönüşmesi her zaman iyi yönetilemez. İşlerin çığırından çıkacağı, önceden kestirilemese de her zaman davranışın algı ile aklın kontrolünde olması istenecektir. Düşüncenin algılanmadan davranışa döndüğü durumlarda, insanın zorda kalacak olması ürkütücüdür.
-“Düşüncenin gücü var mıdır?” diye bir soru akla geldiğinde de öncelikle hayatın şekillenmesini sağladığı söylenebilecek ve cevap; -“evet” olacaktır. Üstelik bilimsel araştırmalara göre düşüncenin “kendi içinde bir enerji” olduğu görüşü vardır. O enerjinin yaşam enerjisine dönüşmesi mantık çerçevesinde olacaktır. Sürecin ileriki aşamalarında kabul edilen görüşlerde; “Düşüncenin yarattığı beyinsel elektrik, sinir sistemi aracılığıyla vücudumuzda dolaşır ve kendine uygun enerjiler üretir.” denmesi ile başka bir boyutta incelenmesi gerekecektir. Bu enerjinin de duygu olarak tanımlanması zor değildir. Yüksek bir düşünce etkisiyle duyguya dönüşen enerji, davranışları doğrudan etki altına alacaktır. “Olumlu düşüncelerin frekansı yüksektir; enerjik, aktif, keyifli hissedilmesini sağlar.” görüşü ise insanın, hayatını nasıl değiştireceğinin ispatı gibidir. Tüm bunların göz önüne alınması ile “İnsan vücudu bir enerji kaynağıdır.” diyebiliriz. Enerjinin Korunumu Yasası’nda yer alan “Enerji yoktan var edilemez, varsa da yok edilemez.” ilkesi karşımıza çıkar. Durumun temelindeki en önemli etkinin, düşünce olduğu algılanabilecektir. Etkinin, enerjinin özü olması hem hissi hem de düşünceyi önemli kılar. Böylelikle enerjinin yoktan değil, kalbe düşen etkiden doğduğunu söyleyebiliriz.
Düşüncenin en önemli işlevi; düşünmenin enerjisini sağlayarak, düşünmeyi sağlamasıdır. Öte yandan düşünmenin duyusal verilere göre şekillenmesi davranışı da tetikleyecektir; ama insanı rahat bırakmayan karakter, benlik ve kişilik gibi kişisel donanımlar etkindir. Düşünmenin sağlanması ile ortaya çıkan soru ve cevaplar, her zaman hayatın da enerjisini sağlayacaktır. Düşüncenin, mantık değerleriyle donatılması ise insanı toplumsal saygınlığa ulaştıracaktır; ama her zaman huzur vermeyecektir! Donanımlarına ters, fakat topluma uygun davranışların tahribatı hiç akla gelmez. İçte biriken kirlilik ise ileride her zaman sorun teşkil edecektir.
Düşünme becerileri arasında sayabileceğimiz eleştirel, yaratıcı ve yansıtıcı düşünmenin nasıl değerlendirileceği belirsizdir. Doğru düşüncenin, ne olduğu sorusu bir anda irkilmeye sebep olsa da hemen arkasından -“Kime göre?” sorusu gelecektir. Doğru kavramının felsefi izdüşümündeki belirsizlik, doğrunun tek olmadığını düşündürecektir; ama her insanın zekâ ve algısının farklı olması ne olacaktır? Düşüncenin enerjisi ile varılan yerin, insan hayatındaki etkililiğini ölçen terazinin bilinç olduğu anlaşılacaktır. Histen düşünceye, oradan duyguya evrilme sürecinin sonunda yapılan davranış, her zaman düşünce gücüyle ve mantık onayıyla olması hayatı doğrudan etkilediği algısını oluşturacaktır.
Bütün bunları topladığımızda, insanın düşünceden ibaret olduğu algılanacaktır. Bedenin taşıdığı et ve kemik, düşünce sayesinde üretilen enerji ile canlılığını sürdürebilecektir.