Düşüncelerini, bir başkasına aktarmadan önce, insanın kendi kendiyle konuşması, değerlendirmesi içsel diyaloğudur, içsel iletişimidir.
Kendini, gözlemleme becerisine kavuşmuş olan birey bile, duygusal boşlukla davranışlar yaparken, çoğu zaman davranışlarının, farkına varamayabilecektir. İletişimde olduğu insan, saldırgan hale geldiğinde, kendi saldırganlığını anlayamadığı bir ortamda iletişimde, bir eksiklik var demektir. Kendi kimliği ile iletişim başlamamış demektir. Karşının, saldırganlığını gözlemlediğinde; kendi saldırganlığını anlayamaması, içsel iletişiminin, eksik olduğu gerçeğini algılaması gerekecektir. Eğer; tam bir iç değerlendirme ve iletişim başarılabilse idi, başkaları ile iletişimi başlatmayacaktı! Kendi saldırganlığının öğrenilmesi, ruhsal bir çöküntü ile kendini gösterecektir. Kendini algılamadan, asla başka insan algılanamayacaktır. Normal yaşamsal ve sosyal değerlere sahip olan hiçbir insanın değerleri, saldırganlık ve kötülük yapma üzerine inşa edilmemiştir. Varoluş temel ilkesi ile de bunu desteklenmiş olması, her iki davranış kalıbının sonradan edinildiği gerçeği hissedilecektir.
Hep haklıymış gibi, kendini ortaya koyarak, her şeye karşıt bir davranış geliştiren insan, zihninin ablukasında olduğunun farkında değildir. Egonun etkisiyle, sürekli olarak karşıdaki insanı haksız çıkarmaya eğilimi var demektir. Zihin, haklılık konusunda; o kadar baskı yapacaktır ki; gerçekte olmadığı halde, egonun başarısı olarak bireyin hoşuna bile gidebilecektir. -“Haklı olmam lazım!” gibi normal davranış kalıplarına uymayan bir tarzda davranmaya başlandığı zaman, kendindeki asıl verilerin farkına varamaz durumdadır. Gerçek olarak zannettiği verilerin de kötü olduğunu anlayamayacaktır. Kendini, haklı çıkma hissinin ardında egosunun olduğunu anladığında uyanmaya başlayacaktır. Ortamın duygusal düşünce bulutlarının yağdırdığı, yağmurda ıslanmakta olduğunu içsel bir iletişim ile anlamaya başlayacaktır. Bunun, gerçek egosu ile mi, yoksa zihnin egosu ile mi yapıldığını da anlayabilecektir. Kendini, haklı çıkarma eyleminin ardında, zihinsel bir enerji olduğunu hissettiği anda; bunun zihinsel egonun enerjisi olduğunun farkına varabilecektir. Sosyal iletişimin başlaması için, her iki tarafın da zihinsel ablukadan çıkması gerekecektir. İki tarafta da, duygusal davranışlar öne çıktığı zaman, kendi haklılıklarını savunacağının bilincini hissedeceklerdir. Zihnin, en etkin fedaisi olan ego, sürekli olarak kendi haklılığının baskısını yaptığından olumlu bir sosyal iletişim başarılamayacaktır. Sanal olmayan bireysel ilişkiler, derin içsel iletişimini tamamlamış, teslimiyetin gözle görülür hale gelmesiyle başlayabilecektir. İlişkinin, ana unsuru budur. Her şey, olduğu gibi kabul edilemiyorsa; en yakındaki insanın da kabul edilemediği bilinci var demektir. Çünkü; içinde bulunulan şimdiye, teslim olunduğunda en yakındaki insanı fark etme şansına sahip olunabilecektir. Olana teslim olmadıkça, en yakındaki insan kim olursa olsun, gerçek haliyle fark edilmez. Görmek, asla fark etmek değildir. O, sadece bir cismin varlık bilgisidir. Gerçek kimlik hissi ile onu görmedikçe o fark edilmeyecektir. Karşı tarafın, nasıl görünmek istediğinin farkındalığına karşın, bu tarafın da farkındalığının olması, iletişimin gerçek hali ile başarılabilecek bir durum olur. Bu başarılamaz ise; yargılamaya, eleştirmeye, ya da onları değiştirmeye çalışıldığı anlamına gelecektir. Hiçbir taraf da, buna bilerek razı olmayacaktır.
Eğer davranışlar, sürekli olarak şimdiyi geleceğe götüren bir vasıtaya dönüştürme isteğiyle yapılıyor ise en yakındaki insanı da geleceğe götürme isteğinin olduğu anlamına gelecektir. Bu durum, ilişkinin önemli görülmediği anlamına gelir. Yaşamının şimdisinde, mevcut olarak o anı hissederek, kendi kimliğinde, kendine karşı son derece dürüst olmayı başardığında; içsel ve dışsal iletişimin yoluna girebilecektir. Kendi ile doğrudan iletişim kurduğunda, karşıdaki insanı da anlamaya başlandığını fark edecektir. Zihin ile bütünleşme, ortadan kalktığında, etraf ile sağlıklı bir iletişim başlayabilecektir.