Yazının başlığını okur okumaz, -“Alabildim mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Daha fazlası hak edildiği söylenecektir; ama “Alabilecek donanımda mıyım?” sorusu nedense sorulmaz. Gücün, bireysel donanımlarla elde edilebildiği ise çok geç anlaşılır. Yaşam çarkının, kimseye sormadan kendi enerjisiyle döndüğü algılanmadığı için arzu ettiği gibi dönmesi istenir. Döngünün kendi kendine mi, yoksa hissedince mi olduğu algılanmasa da aldığı nefesin kendi hayatı olduğu algılanacaktır. Yaşam herkese her şeyi sunan bir anadır aslında; ama hayat sadece nefesimizdir. Kişisel becerilerle yaşamdan alınan payın hissedilmesidir de. Yaşamın karşısında güçsüz ve etkisizken, hayatımızda güç ve etkimizle var oluruz. Hayatın bireysel donanımlarla devam edebileceği, Aristo’nun hayatın asıl amacının “iyi olmak” görüşü ile örtüşmesi gerekecektir. Hedonist felsefenin hayatın amacı olarak; “En yüksek seviyede zevk almak.” görüşü de hayatın amacının olumlu yönde ve iyi olması gerektiğini işaret eder.
– “Bu yaşam denen şey de ne ki?” sorusu her insanın kafasını kurcalar. Olumsuzluk ifadesi onaylanmaz; ama olumluluğun onaylanması bu konudaki felsefelerle örtüşür. Çoğu zaman bu etki pozitif değer taşır. Hayatının iyi olması arzusuyla gelen pozitiflik, sanki hep varmış gibi hissedilir. Böylece bireyin kendi kendini motive etmesiyle, yeni bir kapı açıldığı hissine ulaşılacaktır. O kapıdan girdiği yerde yabancıdır aslında; ama istediği hayatın amacına uygun donanım elde etmek gerekecektir! Kafasında tasarladığı role bürünmesi sonucu başarılı olamasa da -“Ben düşündüm, ben yanıldım.” gibi hislerle kendini gaza getirebilecek, yanıldığını anladığında da hatasından dönebilecektir. Ne de olsa kimse farkında değildir. Elbette bu eylemin bilinçle ortaya dökülmesi, farkındalığı artıracaktır; ama hata yaparım korkusu her zaman vardır. Başkasına gösterilen başarılıymış rolü daima etkin olacaktır. Bilmeden içinde kendini dürten bir şeyin olduğunu hissetse de aldırış bile etmeyecektir; çünkü egosunun fark edilmesini kimse istemez.
Bireyin kendini fark etmesiyle sonuçlanan farkındalık düzeyi yaşamın da değerini artıracaktır. Yaşamdan alacağı donanımların kendi becerisiyle olabileceği algısı ise yaşamın öğretmen olduğu hissine ulaştıracaktır. Bu öğretmenin, her öğretisi hayatına güç olacaktır. Saatlerce ders çalışmaktan beyninin durduğunu hisseden, çok iyi hazırlanmış öğrencinin önüne soru kâğıdının gelmesi ile başlayan süreç, nasıl ki bir cümbüşe dönerse; bilgi emeği çekmemiş birinin hali, ne olacaktır? Düşünecek, kaşınacak, terleyecektir; ama istenen soru bir türlü cevaplanamayacaktır. Öğretmenin öğrettiklerinden donanımını artıramayacaktır. Başarısızlığın her defasında tekrarlanması, bireyin içten içe kendini yok ettiği yola doğru yönelmesine sebep olacaktır.
Yaşam, duvarda asılı bir elbise gibi hissedildiğinde; benimsenme süreciyle anlam değişebilecektir. Bazen o elbise boldur, bazen dar. Elbisenin kaliteli ve ütüsünün hemen bozulmamasının istenmesi bir lüks değildir. Kalitesiz bir kumaştan yapıldığında çok kısa sürede yıpranacak, düzgün durmayacaktır. Tertemiz, ütülü, tiril tiril, üzerine tam olan, istediği gibi bir elbisenin içindeki insana bakışlar bile değişecektir. Kendi emeğinin karşılığı olan kazancıyla göğsünü gere gere içeri giren birine, terzinin davranışı nasıl olacaktır? Kumaşının kalitesini, dikiliş tarzını, dikiş şeklini bile sadece kendi isteği ile tarif eden birinin tavrındaki özgüven, sonucunun da önceden hissedilmesini sağlayacaktır. Sıra elbisenin giyilmesine geldiğinde, aynadaki görüntüden mutluluk duyacaktır. Hele bir de yan dönüp şöyle bir bakış attığında, içindeki hissin patlaması gözle görülebilecektir. -“Alın terimle kazandım, geldim; tam istediğim gibi dikilen bir elbise giyiyorum.” tavrı gözlenebilecektir. Sokakta yürürken vitrin camlarındaki dik ve huzurlu görüntünün enerjisi egosunu kabartacaktır; ama alın teri dökmeden elde ettiği az kazançla dikilen kalitesiz, ucuz bir kumaştan yapılmış elbiseye razı olan birinin içindeki huzur ve özgüven bir olur mu? Hele bir de başkasının uygun gördüğü elbisenin giyilmesi nasıl olacaktır? Kısa da gelse, kalitesiz de olsa, dar da olsa, yırtık da olsa ve yakışmasa da o elbiseyi giymenin verdiği ıstırabı tahmin etmek zor değildir. -“Ne kadar emek, o kadar köfte!” diyen ataya rahmet. Aslında ne köftenin, ne terzinin ve ne de yaşamın bir suçu yoktur. Herkese hak ettiği verilmiştir. Beleşe konarak alın teri dökmeyenlerin içindeki özgüven eksikliği, yaşamın bir yerinde tökezleyerek hayatının etkilenmesi öngörülemeyecektir. -“Kendi işini, kendi aşını tırnaklarıyla kazananın ensesi kalın olur!” diyen ataya da rahmet.
Yaşamın bir bölümünde yer alan eğitim sisteminin asıl amacı; insana kendi geleceğini kurma donanımı ve kendini gerçekleştirme bilinci öğretilmesi gerekirken, biat kültürünün öne alınması çıkmaz sokaktır. Maalesef o sokakta sorgulama durağı olmaz. Birilerinin iyi bildiği ve o birilerine teslimiyetin önemi öne çıkarıldıkça; geleceğin belirsizliği daha da artacaktır. Sorgulama yeteneğinin asıl dinamiğini oluşturan “birey olma” zirvesinin yamaçları elbette diktir; ama birilerinin merdiven kurduğunu gören insanların, o merdiveni tercih etmeleri düşündürücüdür. Kolay elde etme isteğinin artması, bu merdiveni kalabalıklaştırmaktadır. Merdiveni oraya kuranların istediği yere çıkaracağı, kimsenin umurunda değildir. O yamaçları ter dökerek, sarp kayaları tırmanarak gitmenin zorluğu karşısında; kolay hayat hevesi yaygınlaşmaktadır. Merdivenden çıkardıklarına kurdukları sofraya, zehir de olsa oturulduğunda, çıkılan yer ve sofra bireyin istediği gibi olmayacaktır. Merdiveni ve sofrayı kuranlara uygun olacaktır; -“Aç bırak itaat etsin, cahil bırak biat etsin.” diyen Aziz Nesin’i nasıl rahmetle anmam!
Elbette istisnaları olacaktır; ama yaşam, hak edilenin elde edildiği bir arenadır. Hak edilmeden yaşanmaya çalışılması, bireysel donanımlarının değil, kendi dışındaki güçlerin etkisinde gerçekleşir. Bu, hak edenin de hakkının çalınması olacaktır. Bireysel donanımlar, farkındalıkla ortaya konduğunda, yaşama kafa tutulabilecek güç elde edilebilecektir. İstenen hayatın elde edilmesi, bireysel donanımların tamlığı ile doğru orantılıdır. Hak edilerek bir yere ulaşılması, bireysel donanımların gücüyle yaşam tarafından hediye edilir. Günümüzde çokça duyduğumuz; hak edilmeden sunulan hayat şartları, toplumun barışçıl yapısını bozmaktadır. Devletin sunması gereken adalet asla savsaklanmamalıdır. Devletin temelinin adalet olduğu, yönetenler tarafından benimsenmedikçe toplumun aidiyet duygusu zedelenecektir. Oysaki hak edilenin verilmesi, öncelikle adalet sağlayıcılarının başarısını artıracaktır. Liyakatsizliğin başarısızlıkla sonuçlandığı, tarih kitaplarının sayfalarını kabartmakta olduğu anlaşılmalıdır.
Bireysel donanımın zirvesi olan sorgulama becerisi “güç” tür; yaşam bu güce diş geçiremez. İstenilen hayat, yaşamdan bu güçle elde edilebilecektir. Hak edilenin alınması, toplumun geleceğini ve beraberlik ruhunu da pekiştirecektir.