Beklemediğiniz bir anda -“Türkiye Türklerin mi?” diye bir soru gelse, ne dersiniz? Düşünceniz, neyin etkisi altında merak ettiniz mi? Refleksinizin mi? Yoksa kişiliğinizin mi? Cevabınız; aniden mi? Yoksa küçük bir düşünme zamanına mı ihtiyaç duyuyorsunuz? Milliyet duygusu etkinse, cevap refleksten evet diye gelecektir. Düşündüğünüzde kişiliğiniz devreye giriyor demektir. Düşünme zamanı, bilince giden yolun süresidir aslında. -“Neden bu soru?” diye düşüneceksiniz bir anda; soranın amacı, niyeti, nasıl cevap verileceği şimşek gibi düşünceyi işgal edecektir. Cevap beyinde değerlendirilerek kişiliğinize göre verilir.
Günlük hayatta zaman zaman davranış ve düşüncelere refleks ile tepki verilirken çoğu zaman da kişiliğin etkisiyle tepki verilir. Refleksle olanlar, karakterden geldiğinden gerçektir. İçten ne geliyorsa aniden o çıkar. Düşünüldüğü anda kişiliğin yani toplumsal değerlerin etkisinde veriliyor demektir. Karakterin 4, benliğin 8 yaşında tamamlandığını düşünürsek kişiliğin önünde ucu açık bir süreç vardır. Yakın çevre etkileşimleri ve eğitim aracılığı ile toplumsal, etik ve insani değerlerin birikimi, kişiliğin uzun yolda oluşmasına katkı yapmaya devam eder. Elbette günlük yaşamda davranış veya düşüncelerimizin çoğu, karakter ve benliğimize uygun olmadan yapılır. Her zaman sosyal bir varlık olduğumuzun hissi, tepemizde eli sopalı bir eşkıya gibi durmaktadır.
Toplumdaki davranışların gitgide refleksten uzak, düşünme payını uzatarak yapıldığına şahit olmaya başladık! Hangi kelimenin kimi rahatsız edeceği, hangi kelimenin hakaret sayılacağının belirsizliği ile korkutulmasının cevabını verebilecek insan var mı? Demokrasinin, insan hakları ve özgürlüklerin kitapta yazılı olması hiçbir şey ifade etmemektedir. O kitapların sayfaları, raflarda örümcek ağı bağlamaya devam eder. Küfür olmayan, hakaret olmayan, karaktere dil uzatılmayan eleştirilerin katkısını değerlendirmek yerine; her karşıt eleştiriyi hakaret saymak kime fayda sağlayacaktır? Sindirilen kalabalıklar haline geldiğimizi 50 yıl sonra torunlarımız, hangi düşüncelerle anacaktır?
Aslında cumhuriyet felsefesinin içselleştirilmesi demokrasinin anlamını da gerçek değerine ulaştıracaktır. Gelecek kuşaklara gurur duyacakları kazanımların bırakılması, hepimizin görevi olmalıdır. Bir arada yaşama kültürünün önemsenmesi, zıt düşünceli bireylerin birbirlerine tahammül etmeleriyle anlam bulacaktır. Cumhuriyet felsefesinin özü budur.
Bir zamanlar önümüze, “AB Uyum Yasaları” diye doktriner yaptırımlar 8 paket halinde çıkarıldı. Adeta kurtarıcı gibi bakılarak canhıraş çabalarla ona layık olmaya, içindekileri yerine getirmeye çabaladık durduk. Becerebildik mi? Cevabınız? AB ye yaranmak için TBMM onaylı kararlara uymayı becerebildik mi? Cevabınız? Neden kendimiz için yapmadık? Neden AB’nin yaptırımları olarak anladık? Neydi bu dikte ettirilen yasaların içeriğini hiç düşündük mü? “Medeniyet Projeleri” olarak algılar pompalandı. Uyumu konusunda bir şeyler söylendi mi? Belli ki AB ye yanaşmak ve kabul için evet dedik!
O paketlerden 1-2-3-4‘ü insan hakları, demokrasi vb. gibi medeni AB uyumlulukları içeriyordu. İlk 4 paketi, zamanın koalisyonu çıkardı. Geride kalan 4 paketin üçünü 5-6-7’yi şimdiki yönetim. (8. Paket nedense çıkarılmadı!) Avrupa’da yaşayanların özgürlüklerine ulaşmak ve 60 yıllık AB özlemini gidermek için hızla onaylandı. Kendimizi anlatmak ve bizde uygulanmayan temel toplumsal dinamikleri uygulama isteğini göstermek için ülkeler ziyaret edilerek, çeşitli oturumlara katılındı. -“Sizden biriyiz artık.” dendi. Bahar rüzgârları esmeye başlamıştı! Uyum paketlerinin onaylanması sarhoşluğu ile başka imzalar da atıldı. Roma’da, tam da bağımsızlık mücadelemizin 81. Yıldönümünde (29 Ekim 2004 Cuma) mübarek günde(!) Papa X. İnnocezino’nun* ihtişamlı heykelinin önünde, katedralde gerçekleşen seremoni ile imzalar atıldı. Neden 29 Ekim’di? Yoksa bağımsızlık günümüzde psikolojik baskı mı idi? Bir ülkenin bağımsızlığının olmazsa olmaz şartı; Milli Anayasası ve Hukuğudur. Bu imzanın altındaki madde; “Tahkim Yasası” idi. Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi ve “AB Anayasası” onayı idi. Yani Milli Hukuk’un üstü AB’ye devri idi. Üst mahkeme olarak tanıdık. Ne kadar uyduk? Cevabınız var mı? Herkesin yutkunduğunu görür gibiyim! Geldiğimiz zamanda AİHM’ne başvuran insan sayısı ve AİHM’nin ne kadar kararına uyduğumuz veya uymadığımız sayısını bilen var mı? Attığımız imzaların ne anlama geldiği bile anlaşılmadan, algılar yapmak daha kolay geldi. AB ye girdik zannedilerek kutlamaların ışıltıları gözlerimizi kamaştırmıştı. Patlayan sayısız havai fişeklerin boğazın sularını aydınlatışını unutmadık. Bir anda Avrupalı oluvermiştik! Bu sarhoşlukla, bunu fırsat bilen milliyet yoksunu kalemşörler başta olmak üzere yazılı ve görsel basında -“AB’ye adım attık, Türkiye Türklerindir dersek bu AB normlarına aykırıdır! Türkiye’de sadece Türk yoktur, azınlıklar da var. Türkiye’de Türkler, Kürtler, Aleviler, Lazlar… (diye başlayan malûm söylem) 39 ayrı azınlık var. Onların da yaşamaya hakları var” diyeceklerdi! AB ülkeleri, azınlıklara eşit haklar tanıyormuş. Hadi canım sende. “Türkiye Türklerindir.” cümlesi ırkçılıkmış! Yıllardır milliyet yoksunları tarafından bu söylemin ırkçılık olduğu algısı tüm hızıyla halâ yapılmaya devam etmektedir. Oysaki ırk değil, aidiyetti o cümle. Sosyolojik bir tanımdı. Milletin nasıl oluştuğu, ulusal devletin alt ögelerinin neler olduğu sosyolojik ve antropolojik kaynaklarda yazılıdır. Üstelik parçalara ayırdıkları insanlar, azınlık değil bizim asli unsurlarımızdır. Biz, top yekûn Türk Milletiyiz. Milli kaynaklarımızda; “Türk, bu topraklarda yaşayanların coğrafi ortak adıdır.” diye yazar. Millet bilinciyle alt kimlikleri toparlayan çatı kavramdır. Aidiyetin ifadesidir. Hangi Avrupa ülkesinde bahsedilen anlamda haklar var? Batı Trakya’yı, Kıbrıs’ı, Bosna’yı, Kosova’yı, Karabağ’ı, Uygur Bölgesi’ni unutmak mümkün mü? Orada olanlar nedir? AB Parlamentosu ve AB Komiserliği her gün bir yaptırım maddesi öne sürmeye devam etmektedir. Bazılarında insani dinamikler bulunmaktadır; ama bazıları bizim milli bütünlüğümüzün ana dinamiklerine uymayan maddeler içermektedir. O günlerde sorgulama ihtiyacı duyulmayan medeniyet projelerinden günümüzde; Türk kelimesine bile tahammülün azaldığı günlere geldik! Çok fazla anlamı içeren “2” harfe karşıtlık bile önemsizleştirildi. Oysaki “TC” bir devletin adıydı! Çoğu yerde kaldırılması neyin nesidir? Cumhuriyetin temel kazanımlarından olan başında “Türk…” diye başlayan kurumların başındaki “Türk” kelimesine karşıtlık kime fayda sağlayacaktır? Bu karşıtlığı hangi düşünceler tetiklemiştir? Bir türlü “Ne mutlu Türküm Diyene” sözünü anlayamadık. Irkçılık olarak değerlendirmeler biteviye devam etmektedir. Oradaki “diyene” kelimesi inatla “olana” olarak anlaşılıyor! Bu bir aidiyet hissidir, milliyet duygusunun tezahürüdür. Tamamen alt kimlikten arınmış sosyolojik bir aidiyet ifadesidir.
AB dayatmalarından dem vurup 2. Cumhuriyetçileri de içine alan milliyet yoksunları, kendilerinin Türkiyeli olduklarını zannediyorlar; ama bu toplumbilimle uyuşmadığı düşünülmez. Onların işi algı yapmak. Onlara sormak lazım; devletler mücadelesi olan dünyada savaşların ana ögesi, milli çıkarlar yani milliyetçilik değil midir? Kendi devletlerinin yükselmesi ve rant elde edilmesi değil midir? Hangi savaş, insan hakları ve demokrasi için yapılmaktadır? Milliyetçiliği, ırk ve modası geçmiş olarak değerlendirenler el üstünde tutulmaya devam edilmektedir. Henüz daha o günler gelmedi; ama Türküm demek bir cesaret işi olacağa benziyor. Kahırla şahit olduğumuz göç ve sığınmacı olaylarının çözülmesi, nerede ise imkânsızlaştırılıyor. Gitmemeleri için tüm imkânlar seferber edilmektedir. Demografik yapımızı nasıl etkilediği veya etkilemeyeceği konusunda neden formlar düzenlenmez? Milli bilincin azalması, kimin işine yarayacaktır?
Toplumbilimde bir ülke bekasının temini, nüfus artış oranının %2,2 olmasıyla mümkün olacağı öngörülmektedir. Ülkemizde şu anda oran çok düşüktür; %1,8. Suriyelilerin ki ise %5,2’dir. Lütfen bundan 20, 30 ve 50 yıl sonrasının tahminini yapar mısınız? Yapboz tahtasında parçaların yerleştirilmesini sakince seyrediyoruz da! Söylemlerdeki millilik, sanal olduğunda milliyetsizlik düşünceleri tetiklenir. Milliyet duygusunun aidiyet hissiyle beslenmediği durumlarda her zaman kabullenme öne çıkar. Sorgulama ihtiyacı duymadan içi boşaltılmış milli gibi görünen ve dini söylemler rağbet görür. Bu hem gerçek dini kavramlara hem de milliyet hissine zarar verecektir. Milliyet aidiyetinin gereksizliğini savunanlar, başka ülkelere gittiklerinde “Türk” diye hitap edilmiyorlar mı? Türk kelimesi, bağımsızlık ve devletin sembolüdür. Ortak payda Türkiyeli olmak değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti mensubu olmaktır; yani “Türk” olmaktır. Biri coğrafi bir terim, diğeri bir aidiyettir; çünkü coğrafi terimle ifade edilen toprak, vatan olmayacaktır.
Bu toprağın çocukları, ne toprağını ayrık otlarına istila ettirecek kadar duyarsız, ne kendi toprağını yabancılara terk edecek kadar hissiz, ne de yılanlara terk edecek kadar ruhsuz olamazlar.
» • «
*: 29 Ekim 2004’te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, nihai senede imza attılar. İmza işlemi, tarihte Türk düşmanı ve Haçlı Seferleri’ni başlatan olarak bilinen Papa X. Innocenzo’nun ihtişamlı heykeli altında, heyet önünde gerçekleşti. (Basın)
» • «
İletişim : ahmetbayindir@gmail.com