Bireysel ve Toplumsal Kaygının Yaşam Kalitesine Etkisi

Yayınlama: 23.09.2023
309
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci İlişki ve Evlilik Danışmanı Yaşam Koçu

Yaşam koşulları düzeldikçe, kusursuza ulaşma ve mükemmeli yakalama arzusu, insanlık tarihi kadar eskidir. Kalite kuramı, eski çağlardan günümüze kadar sürekli zihinleri kurcalayan ve gelişme gösteren bir yaşam dinamiğidir. Ülkelerin gelişmişlikleri artık askeri ve ekonomik güç ile değil, yaşam kalitesi ile belirlenmektedir. Kalite, yaşam konforu değildir hatta çoğu zaman aynı ortamda da bulunmazlar. Hayat standardının yaşam kalitesinin yaşanırlığı ile ölçülür olması, yaşam koşullarının gelişmesi ve bireysel olarak iç dengelerinin beslediği huzura ulaşma anlamına da gelecektir. Bu mertebe kendi kendine oluşan bir durum olmadığından, bireysel donanımlarla beslenen gelişimci ve sorgulayıcı beceriler etkin olacaktır.

Artık sağlıklı olmak, hastalıklardan kurtuluş olarak algılanmamaktadır. Tıbbi gelişimle süreç içerisinde hastalıklardan kurtulmak mümkündür; ama ya iç dünyaya çöken kaygı denen karabulutlar ne olacaktır? Elbette bireysel sorunları aşabilme becerisi, bireyin özgüveniyle yakından ilgilidir; ama içsel denge ve huzuru da içene alan yaşam kalitesi, orada kendi katmanında yaşanmayı beklemektedir. Genel olarak yaşam kalitesi; “iyilik hali” nin bir derecesi olarak tanımlansa da bedensel sağlık ile ruhsal sağlığın denge halidir de. Dünya Sağlık Örgütü yaşam kalitesini; “Her insanın yaşamında maddesel, fiziksel, sosyal, duygusal, ruhsal sağlığını içeren, yani insanın yaşam gerçekliğinin etrafında dönen bir anlamı ifade etmektedir.” olarak tanımlar. Bu bağlamda yaşam kalitesinin çok yönlü bir kuram olması, sürekli gelişim ve değişim göstermesi, kişiden kişiye değişecektir. Bireyin yaşamında nelerden zevk aldığını, ne olmak ve nasıl yaşamak istediğini ifade etmesi, sosyal, psikolojik, ekonomik ve kültürel faktörlerden etkilenmesi nedeniyle tanımlanması zordur. Günümüzde kabul gören, yalın anlamda yaşam kalitesi tanımı ise; “bireyin, var olan fonksiyon düzeyine karşın ne algıladığının ve bunlardan aldığı doyum” şeklindedir. Bu doyum, ruhsal yapıya çöreklenen ve bedenin ahengini bozma gücüne sahip olan kaygı ile engellenebilecektir. Kaygının; “zihinsel, duygusal, davranışsal ve fiziksel belirtiler gösterir” olması, aslında bedende olmaması gerektiği düşüncesini çağrıştıracaktır.

Zihinsel belirtiler; -“Ya başaramazsam, ya geleceğimi belirsizlikten kurtaramazsam!” gibi kendinden emin olmayış ve özgüven eksikliği, öfkelilik, gerginlik ile kalitesiz bir yaşama adım atış ile kendini gösterir.

Duyusal belirtiler; “çalışma isteksizliği, arzu ve özlemlerini düzenleyememe, unutkanlık, dalgınlık, odaklanamama, güvensizlik gibi depresif davranışlara yönelme” olarak tanımlanmaktadır. Bunlara bağlı olarak çalışmalarında verimsizlik, toplumdan kopma, yalnızlaşma, dışlanmışlık duygusu ile davranışlar gösterirler ki; bu da yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyecek hatta yok edecektir.

Kaygıya başka bir pencereden bakıldığında; “İç ve çevreden kaynaklanan tehlike tedirginliği, kişi tarafından baskılayıcı algılanan bir duygu.” olarak tanımlanır. Böyle durumlarda kişi, kendisini alarm durumunda ve sanki bir şey olacakmış gibi hisseder. Bu da bireyin yaşamını kalitesizleştirecektir. Teknolojinin hızla gelişmesi, bilimsel buluşlar, ekonomik sıkıntılar gibi stresi arttıran çevresel faktörler kaygının hissedilmesine sebep olmaktadır. Kaynaklarda yer alan; “Benlik değerine tehditler ve bireyin yapabileceğinden fazla çaba gerektirdiği düşüncesi, kaygıyı oldukça artırır.” görüşü, bireyi güçsüzleştirdiği için yaşam kalitesini düşürdüğünün ispatı gibidir. Kaygı ile baş etme çabasının, bireyin yaşamını ne kadar etkilediği de ortaya çıkmaktadır.

Kaygı ile korku, genellikle birbirine karıştırılmaktadır; “Korku; bilinçli olarak tanınan, belirli bir tehlike karşısında ortaya çıkan heyecansal bir tepkidir. Kaygı ise kişi tarafından bilinmeyen, belli olmayan, objesiz tehlikelere karşı verilen duyusal bir tepkidir.” Kaygı, bireyin kendi varlığı için gerekli olan değerlerin tehdit edilmesi halinin yaşandığı doğal, içsel bir durumdur da. Korkuda tehdit dışarıdandır, yaşamın bütünü tehlike altında değildir. Kişi tehlikeyi bilir ve bununla uğraşmak için kaçma veya savaşma biçiminde bir davranış gösterebilir. Korku veren durum ortadan kalktığında rahatlar; oysaki kaygı, ruhsal bir durumdur. Korkudan daha şiddetli, daha uzun süreli içsel bir duygu olduğundan insanı terk etmesi uzun zaman alabilecektir. Genellikle ruhsal dengeyi bozar. Hem korku, hem de kaygı hali yaşam kalitesini düşürerek huzuru da engelleyecektir.

Siyasal erklerin toplumun geleceğini ne yöne doğru savuracağının belirsizliği, toplumsal kaygıyı arttıracaktır. Toplumun, en olmazsa olmazı durumunda olan birlikte yaşama kültürünün zedelenmesi ve ötekileştirmeler, toplumsal kaygıyı daha da arttırmaktadır. Sürekli olarak bir “öteki” yaratılması, şu andaki en önemli toplumsal sorundur. Bu sürecin hem bireysel, hem de toplumsal kaygıyı oldukça arttırdığı bir ortamda yaşam kalitesinden söz edilemeyecektir. Siyasi erkin, bu belirsizliği gidermesi gerekmektir. Her toplumun ihtiyacı olan bir ve bütün olmak ülküsü, acilen rayına oturtulmalıdır. Siyasal ve yönetimsel başarılar, saldırganlık ve kamplaşmalardan uzak olarak gerçekleşmelidir. Yakın zamanda Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın; -“Bağımsız ve tarafsız bir yargı olmadan -bırakın hukuk devletini- aslında devlet bile olamaz.” haykırışı, devletin bekasının tehlikesini ortaya koymuştur. Aslında bu söylem, toplumsal kaygının ne kadar da ileri düzeyde olduğunun ispatı gibidir. Toplumsal kaygı, bireysel kaygıyı doğrudan olumsuz etkileyerek yaşam kalitesini düşürmeye devam edecektir.

Toplumun geleceği olan çocukların yakın çevresi, öğretmen ve arkadaşlarında bulunan kaygı ve korku, onu doğrudan etkileyecektir. Bilimsel kaynaklarda; “Çocuklarda kaygı yaratan durumlar, ileri yaşlardaki ruhsal tepkilerinin temelini oluşturur.” denmesi konunun önemini gözler önüne sermektedir. Yetişkinler, tercihlerine göre gelecek kaygısının azalmasını sağlarlarken; çocuklarda muhakeme yeteneği olmadığından, yakın çevresinden duydukları bilinçaltlarına atılır. Bu belirsizlikler, ileriki yıllarda doğrudan güvensiz ve kaygılı bir toplumun tohumlarını atıyor demektir.

Sonuç olarak; bireysel ve toplumsal kaygı, yaşam kalitesini yok eden çok güçlü bir yaşam dinamiğidir. Bu sürecin tersine çevrilmesi, yönetim erklerinin elindedir. Kaygı psikolojisini besleyen durumları ortadan kaldırmakla işe başlamak, toplumu yönetenlerin en önemli görevleri olduğunu düşünüyorum. Toplumsal kaygının azalması, bir ölçüde bireysel kaygının da azalmasını sağlayacak ve yaşam kalitesinin artmasına sebep olacaktır.

Yaşam kalitesini kaygı denizinde boğmamak için hem bireysel, hem de toplumsal sorumlulukların bilincine ulaşmak gerekecektir.

 

—İletişim : ahmetbayindir@gmail.com

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

error: Habermatik Medya !!