Bilincin “farkında olma hali” olarak tanımlanması, farkındalıkla ilişkisini anlatır. Farkındalığın da “etrafımızdaki günlük olaylara, deneyimlere, düşüncelere ve yaşama olduğu gibi bakabilme” yetisi olarak tanımlandığını düşünürsek; bilincin asıl dinamizm ve gücünün farkındalık olduğu ortaya çıkar. “Bir şeyin farkında olan insanın, bilinci de yerinde demektir.” görüşü ise bilincin, farkındalıkla bütünleşik halde olduğunu ortaya koyar. Farkındalık, “duyular vasıtasıyla bilginin analiz edilerek yaşamsal durumlarda değerlendirilmesi” olarak da tanımlanmaktadır.
-“Her insanda bilinç var mıdır?” sorusu bilincin, insan davranışlarındaki davranışsal boyutunun analizini gerektirecektir. Çok sevdiğiniz bir aile büyüğünüze -“Merhaba, iyi misiniz?” dediğinizde, -“Sen de kimsin” diye karşılık verdiği durumda ne kadar büyük bir acı hissedersiniz değil mi? Oysaki burada her şey yerli yerindedir görünüş, davranış, ses tonu ve yakınlık hissi; ama bir şey eksiktir “bilinç”. Onun tarafında yok olduğunuzu görürsünüz! Cisim olarak görüntünüzün hiçbir değeri ve yerinin olmadığını yani “yok” olduğunuzu görürsünüz, Aslında sizi yok eden, karşının bilinçte olmamasıdır. Sizin bilinciniz o anda orada sizi var etmeye devam eder; ama o tarafta yoksunuz! Cisminizin hiçbir önemi kalmamıştır. Sadece bir karaltıdan ibaretsinizdir! Varlığınızın asıl izdüşümü, sizin kim olduğunuz, nasıl göründüğünüz veya ne dediğiniz değildir. Bilinçsiz bir karanlıkta yok olduğunuzdur.
Bu kadar etkin ve yaşam için olmazsa olmaz konumda olan bilincin, yaşamın başka bir olmazsa olmazı, tercih yapabilme şansını sağlamasıdır. Tercihin hangi yönde olacağı süreci, elbette zekâ ve aklın doğru yönde kullanılmasıyla sürse de bu güç, her zaman insanın özgüvenini tamamlar. Bir merdiven çıkıyorsunuz; merdivenin basamaklarının ne kadar dik, düz veya tehlikeli olduğunu hissettiren şeyin bilinciniz olduğunu anladığınızda, merdiveni nasıl çıkacağınızın tercihini yaparsınız değil mi? Basamakları tek tek mi, ikişer mi yoksa çıkmayacağınızı mı? Bilinciniz hemen devreye girerek size nasıl çıkacağınızı algılatır. Yaşamsal eylemlerin nasıl yapılacağının tercihi bilinçle yapılır; ama bilinciniz yerinde değilse ne tercih kalır ne de farkındalık. Cisimleri görmek, size ne anlatacaktır? Ne adı vardır, ne anlamı, ne değeri, ne de etkisi vardır artık. Bomboş bir dünya. Aldığınız nefesin bile farkında değilsiniz! Görmek, anlamak, algılamak ve hissetmek bilinç var olduğunda anlamlıydı! Defalarca -“seni seviyorum” dediğiniz en yakınınızdaki insan bile anlamsızlaşacaktır. En acı şey, bunun acı olduğunu bile bilmemek. Balkondaki çiçeğin ne zaman açtığı, ne kadar orada güzelliğini koruyacağı bilinciniz olduğunda anlamlıydı. Bilinciniz var diye oradaydı. Şimdi onun bir çiçek olduğunun bile farkında değilsiniz; oysaki görülmesi gereken, hissedilmesi gereken, tadılması gereken ve duyulması gereken her şey her zamanki yerindedir. Her şeyin algılanınca var olduğu gerçeği bilinci, yaşamın ana dinamiği olduğunu öne çıkarır. Bilinç olmadan yaşam da olmayacaktır; çünkü yaşamın anlamındaki asıl derinlik, histir. Ne his vardır artık ne de anlam; çünkü hissin olmadığı hiçbir şeyin anlamı da yoktur. Hissin insanın elinde olmadan bilince çıkması, bilincin de kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkması anlamını taşıyacaktır. Bilinç ortaya çıkmamışsa yeni bir anlam da verilemeyecektir; çünkü bilgi yoksa bilinç de yoktur.
Bir başka tanımda bilincin, “kişinin kendi benliğinin ve hareketlerinin farkında olup kontrolü sağlayabilmesi” olarak geçmesi, -“Bilinç her insanda var mıdır?” sorusunu akla getirecektir. Evet, her insanda bilinç vardır; ama bireysel donanım ve becerilerin etkisiyle farklı olarak ortaya çıkar. Elbette zekâ, algılama gücü ve kişisel farklılıklarla bilincin gücü ve kapasitesi her insanda aynı olmayacaktır. Kimi insanda sadece algıladığı şeyin şekli bilinci ortaya çıkarken, kimi insanda daha derin bir farkındalıkla güçlü bir bilinç gücünü gösterecektir. Fakında olabilmeyi içerdiğinden, duyusal donanımların da işlevsel olması gerekecektir. Farkındalığın gücü ve asıl tetikleyicisinin, akıl ve zekâ olduğu algılandığında; his ve bilinç, aynı anda izin almaksızın ortaya çıkar. Bilinç, elbette bir tamlık zirvesidir. Bilgi değildir. Yaşamsal ögelerin tamlığı ve bilgilerin farkındalığı ile ulaşılabilen yaratıcı bir dinamiktir. Bilginin olması, bilince giden yolu açar. Duyusal donanımların yaşamdaki ederi kadar bilince ulaşılabilir olması, insan bedeninin fonksiyonel değerini ortaya çıkarmaktadır. İnsanın sahip olduğu kişisel donanım, beceri, özel yetenekler, duyusal hisler ve arzuların anlamını bilinç var etmiştir.
Farkındalık sürecinde insan beyninin “manipüle edilebildiği” bilgisiyle -“Bilinç de manipüle edilebilir mi?” sorusu akla gelecektir. Bilincin ortaya çıkma evresinde akıl ve zekânın etkisizleştirilerek beynin manipüle edilmesi, bilincin de manipüle edilebileceği mantığını geliştirecektir. O zaman manipüle edilebilen bir dinamik, nasıl olur da yaşamın varlığına hükmedebilecektir? Elbette ortaya çıkan pişmanlıklar ve -“bile bile hata yaptım” söylemlerinin bir karşılığı olmalıdır. İnsanın her zaman hata yapma ihtimali, bilincin de yanılmasını tetikleyebilecektir. Yanılmaların olabileceği düşüncesi, yukarıda bahsettiğim gücün anlamını zayıflatacaktır. İşte tam da burada farkındalığın önemi ortaya çıkar. Farkındalığın ana malzemesi, karakter ve benlik gücüdür. Akıl ve zekâ ile doğru orantılı olan bu güçler, bilincin koruma polisi gibi hiç yanından ayrılmazlar. Farkında olmak, elbette tek başına değildir. Bilgi, birikim, donanım, kişisel beceriler ve zekâ düzeyi aklın onayından geçtiğinde bilinç, yaşamın olmazsa olmazı konumunda olacaktır.
Bilinç; özgüven, öz-ben, karakter, benlik ve zekâ seviyesi ile gücünü koruyabilse de olaylar karşısında yaşamı değiştirebilecek güce farkındalıkla ulaşabilecektir. Duygusal durumlarda, insanın zihnin emrinde olduğu gerçeği yaşamın şimdisinin hissedilmesini engellediğinin bilinmesi gerekecektir; oysaki insan bilincinin sahip olabileceği tek gerçek, o anda gerçekleşen şimdideki durumdur. Bilincin her an tetikte durması gerekecektir. Zihnin tuzağında olduğunu algılayamayan insanın, bilinci ortaya çıkamayacak, yaşam hissedilmeyecektir.
Bilincin yaşama etkisizliği sürdükçe otomatiğe bağlanan yaşam, tam hissedilemez. Otomatiğe takılan bilinçsiz bir yaşam, beynin de etkisizleşmesine yol açacaktır. Beynin fonksiyonları bilincin tetiklemesiyle ortaya çıktığından, otomatiğe takılarak kısır döngüye giren yaşam, sadece rakamsal boyuttan öteye geçemeyecektir. Hissedilmeyen yaşamın varlığı gereksiz hale geldiğinden, yaşamda her an beynin gücünün de kullanılması gerekecektir. Otomatik pilota takılan bir yaşamda beyin, müdahale edecek bir durum hissetmez ve küçülmesi kaçınılmaz hale gelir. “Beyin; ne kadar aktifleşirse o kadar kendi fonksiyonelliğini arttırır, pasif olduğunda fonksiyonelliğini kaybeder.” bilgisi ile bilincin, beyni her an aktif tuttuğunu anlıyoruz. Bilincin kullanılamaması beynin fonksiyonelliğinin azalmasına yol açtığından, günümüzün en önemli hastalığı olan Alzheimer başa bela olmaya devam edecektir. Öyle bir durumda yaşamın, söylemin, arzunun, zevkin, sevginin, mutluluğun ve mutsuzluğun anlamı olabilir mi? Bilinçsiz geçen her an insan yaşamında yer almadığından varlığını hissedemeyecektir; çünkü cismin görünür halde olması varlık sebebi değildir.
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli ayrıntı, bilinçtir. İnsanın bu özelliği, türüne özel davranış kalıplarının farkını da akla getirir. Doğuştan gelen bir üstünlük hissini tetikler. Bilincin insana özgü olması, diğer canlılardaki farklı üstünlüklerinin bilinç kadar işe yaramadığı anlamına gelecektir. Her şeyin varlığı sadece bilinçle hissedilirken, diğer canlılarda olan zekâ ve fiziksel güç farkının önemi olmayacaktır. Yapılan araştırmalarda; köpekteki “yön bulma, hissetme, koku alma ve zekâ üstünlüğü” akıl ile algılanamadığı için “bilinçlerinin olmadığı” tespiti ilginçtir. Hayvanlarda davranışların şimdide ve refleksle yapılır olması, bilinçleri eksik olduğundan değişken ve dengesizdir. Bakıcısını yiyen timsahın ezberi bozulduğunda sahibini yememesi mantığını geliştiremediği gibi. Bilgiye, öğrenmeye, ezberlemeye ve şartlanmalara açık halde olmaları, hayvanlar ile insanın çok önemli bir farkını ortaya koymaktadır. Bilincin de, zekânın da, varlığın da algısı, insanı üstün kılan akıl ile olacaktır.
Dıştan gelen uyaranlara karşı nöbette hazır olarak bulunan bilinç, gecikmeksizin devreye girer. Bilincin ortaya çıkması engellenemez. Öte yandan şimşek gibi korkusuz ve kontrolsüz olarak devreye giren his ile aynı anda bilinç de tetiklenir. Bakılan bir cisme -“biraz da bilinçsiz bakayım” denemeyeceği gibi. Aslında kontrolsüz iki delidir his ve bilinç. Akrabalığı vardır; ama kapsam alanları farklıdır. Hissin ortaya çıkmasında akıl, zekâ gerekmeyecektir; ama bilince gerekir. Bazen bilinç düzeyine göre karakter, benlik, kişisel donanımlar ve toplumsal değerlerin onayı gerekebilecektir. His kadar delibozuk ve dengesiz değildir. Yaşamda bilinçle var olduğumuzu anladığımızda; değeri daha çok anlaşılması gerekecektir. Yüksek bilincin yaşam üzerindeki etkisi arttıkça hissedilen mutluluk ve huzur daha fazla olacaktır. Bilinci yüksek olmayanlarda da bir bilinç vardır; ama hissedilen yaşamsal değerler aynı etkinlikte olmayacakladır.
Bilincin, özgüven ve bilgi ile iç içe olması insanın bireyselleşme sürecindeki rolünü de arttıracaktır. Bireyselleşmenin en önemli dinamiği olan farkındalık, bilinçle algılandığında değeri daha da artacaktır. Bu iç içelik, özgüveni olmayanın bilinci, daha az etkin olacaktır sonucunu doğursa da yine de az veya çok bilinç vardır denebilecektir. Bilinç, yaşamda cesaret gösterisi değildir. Bilinç, akıl ve zekâdan bir eksilme olmadığı sürece var olmanın hissini her zaman verecektir.
Ahmet Bayındır
Eğitim ve Davranış Bilimci
İlişki ve Evlilik Danışmanı
Yaşam Koçu
ahmetbayindir@gmail.com