Aidiyet kavramı; “Sosyal bağları, temellendirme ve güçlendirmede önemli bir değişkendir.” görüşüyle, sosyolojik bir kuram olduğu zannı uyanır. Sosyolojik ilintisi, yalnızlık duygusundan kaçınmak için kendini bir şeyin parçası olarak kabul etmesi ile temellendirilebilecektir. “İnsan, sosyal bir varlıktır.” denmesi de bunun ispatı gibidir; ama bireysel ilişkilerde de etkindir. Aidiyet ihtiyacı, sosyal konum ve karakterden bağımsızdır. İlişki ve bağ kurma ihtiyacını da tetikler. İçinde yaşadığı toplum ile organik bağları ona, o topluluğun üyesi ve aidiyetini de hissettirdiğinden hem sosyal, hem de bireysel etkinliğe sahiptir. Etkinin azalması, yalnızlaşmayı tetikleyerek stres ve mutsuzluk hissettirecektir. Bu nedenle aidiyet, temel sosyal ilişki ihtiyacından daha fazla anlam içerir.
Fark edilme, sevilme, saygı duyulma ve değerli hissetme gibi temel ihtiyaçlar ruhsal sağlık için önemlidir. Aidiyet duygusunun yokluğu, soyutlanma ve yabancılaşma duygularını artırdığından ruh sağlığı üzerinde olumsuz etki gösterebilecektir. Elbette bireyin karakter özellikleri bu etkiyi azaltacaktır; ama davranış ve uyum sorunları yaşamasını engelleyemeyecektir.
Aidiyet, kuramsal anlamda; “Bireyin toplum tarafından kabul görmesi için iç dünyasında oluşan hisle kendisini bir yere, topluluğa ya da kuruma ait hissetmesidir.” dense de aidiyetin kökenindeki asıl dinamiğin, bireyin içindeki duygu yoğunluğu olduğunu düşünüyorum. Kabul görme kaygısıyla gelişen duygusal süreç, bireyin kendini sorgulamasına neden olacak, aidiyetin dinamizmini etkileyecektir. Kabul görme çabası; bulunduğu çevreye uygunluk veya zıtlık olarak düşünüldüğünde, aidiyet felsefesini derinleştirecektir. Hissedilen uyumsuzluk, içsel çatışmaları tetikleyecek; her çatışma da hem aidiyetin hem de özgüvenin sorgulanmasına neden olacaktır. Aslında sorgulanan bireyin kendisi olduğundan tahribat içte yaşanacaktır. Baskının artması, kimliksel sorgulamaları tetiklediğinden bireyin hepten toplumdan soyutlanmasını kolaylaştırabilecektir. Her şeye rağmen kimlik, çatışma silahına dönmemelidir; çünkü kimlik ile toplumun değerlerinin barışıklığı, her zaman sosyal barış için etkin rol oynar.
Ait olma hissinin, gökten zembille inmediği her zaman algılanmaz. Aitliğin ne kadar veya ne derece olduğu sorgulandığında; içe yönelim biraz daha artacaktır. Ait olan şeyin özü aslında; histir. Hissin engellenemez olması, onu yapmacıklıktan kurtaracaktır; ama ya o his “mış gibi” ise sonuç, role dayanan küçük geçiştirmelerle ifade edilebilecektir. Hissin izinsiz girdiği kapıdan, düşünce odasına geçişe her zaman izin verilmez; çünkü onaylanması zor bir his de kapıdan girebilecektir. Birçok hissin kapı dışarı edildiği bireyin iç aleminde düşünce odasından duygu odasına geçiş daha zordur. Duyguya dönüşmeyen her his aidiyetin sahteliğini ortaya koyarken, dışarıya gösterilen davranış da ona göre eğreti olacaktır. Aidiyetin güçlülüğü, dipteki duygu odasına kadar girişi ile ölçülebilecektir. Duyguya dönüşemeyen his, uyum sorunu yaşayacağından çoğu zaman kapı dışarı edilir. Bireyin karakter yapısındaki uyum veya uyumsuzluk, ait olma hissinin hem onayı hem de reddi olacaktır. Onaylanan aitlik, aslında bireyin iç dünyasındaki örtüşme ile kendini var edecektir. Karakter ile örtüşmeyen her his, bireyin içine girse bile çatışma çıkaracağı için zorla kapı dışarı atılacaktır; ama ya bıraktığı tahribat! Duygu odasına ulaşamayan her hissin davranışa dönmesi, göstermelik bir rolden öteye geçemeyecektir. Hiçbir zaman aidiyet duygusu, sahte veya yapmacıklık olan yerde durmaz; aidiyet duygusu gerçeklerle beslenen bir dinamiktir. Karaktere ters olan bir aidiyet gerçekleşmez.
Aidiyet, –“Kabul görme ihtiyacı mı?” sorusuyla masaya yatırıldığında; karşı çıkma eğilimi ortaya çıksa da bireyin, içinde yaşadığı çevre tarafından kabul görme ihtiyacı çuvala sığmaz. Bunun, en doğal ihtiyaç olduğu bilimsel gerçekliklerdendir. Kabul gördükten sonra başlayan süreçte, özgüven duygusunun pekişmesi bireyin hayatındaki motivasyonunu artıracaktır. Şöyle etrafımıza baktığımızda, motivasyonu yüksek insanların başarısının fazla olduğu gözlenir. Motivasyon, aslında yaşam sevincini de tetikleyen bir dinamiktir. Günlük yaşamda gördüğümüz çıkarların çarpıştığı ortamlarda görülen gruplaşmalar, aidiyetin olmadığı anlamına gelir. Çıkar için veya öne çıkıp değerliliğinin öyle sağlanacağını zanneden insanların, grup çalışmaları gözlemlendiğinde eğretilik hemen göze çarpacaktır; ama kendileri bunu fark etmezler. Kendini görmek istediği yere uygun görülmeyince gruptan ayrılma davranışı, aitliğin oluşmadığını ispatlayacaktır. Son zamanlarda gördüğümüz parti istifalarının sebebi aidiyet duygusunun yokluğu ile algılanacaktır. Aidiyetin çıkar duygusu ile zıtlaşık olması onun değerini artırır. Birinin olduğu yerde diğeri asla olmaz; ama bu aidiyet sahteliğinin yöneticiler tarafından görülememesi, aidiyet duygusu gerçek olanların motivasyonunu düşürecektir.
Grup ve topluluk aidiyeti; “Bireyin, bağlılık ve sadakat ilişkileri geliştirebileceği bir grupla özdeşleşme tecrübesidir.” de. Dolayısıyla tek başına yaşanan bir tecrübe değildir. Üstelik aidiyet duygusu sosyal ve kültürel etkileşimlerin sonucuna bağlı olarak, güçlenip zayıflayabilecektir. Grup başarısının bireyin üzerindeki etkisi elbette önemlidir; ama başarısızlıkta da bağlılığın ve aidiyetin devam etmesi ruhsal bir durumdur. Sadece başarıya bağlı olmaması, aidiyetin gerçekliğini ortaya koyacaktır.
Bebek – anne ilişkisinde; bir bebeğin anne aidiyeti, onun tüm hayatı boyunca doyduğu ve doymadığı sevginin tezahürüyle ölçülebilecektir. Önceleri güçsüzlük veya korunmasızlık hissiyle ortaya çıkan şey öz sevgidir. Besinsel doyumdan öte anne ile bütünleşik olduğu hissi tüm yaşamda kendini gösterebilecek özdür. Aidiyetin içteki tezahürü ile ortaya çıkan enerji, davranış şeklini değiştirme gücüne sahiptir. Sevginin derinliğinde gizli olan şey aslında aidiyetin yüceliğidir. Bir bebeğin öncelikle -“Anne” diye ağlaması, hatta yetişkin birinden bile duyulan bu serzeniş, aidiyetin derinliğini gösterir. “Bebek, annesini kendi bedeninin uzantısı zanneder.” Aslında, bu uzantı doyumdan öte bir aidiyet hissidir. Bu aidiyetin zayıflığı ve güçlülüğü bireyin sonraki yaşamında çok önemli rol oynayacaktır.
İlişkilerde gördüğümüz sevginin tezahürü, aidiyetin temel felsefesindeki derinlikte sevgi ile aidiyetin ikiz kardeş olduğu algılanabilecektir. Aidiyet hissinin oluşmadığı ilişkilerin ömrünün çok az olması bu yüzdendir. Birbirlerini tetikleyen güç olmaları, bu iki kardeşi daha da değerli yapacaktır. Ait olma hissinin, sevginin gücünü oluşturduğu bilinci ise bireyin yaşamını doğrudan etkileyen iç huzur dinamiğine dönecektir.
Aidiyetin yüksek teslimiyetiyle ulaşılan bilinç, bireyi hem içsel dünyasında hem de dış yaşamında güçlü olmasını sağlayacaktır.
► ►►►►►►►► ◊ ◄◄◄◄◄◄◄◄◄
◊ Yorum ve görüşleriniz için iletişim : ahmetbayindir@gmail.com
◊ Facebook ve İnstagram : a.byndr.016
◊ Twitter : AHMTBYNDR
◊ YouTube : Yaşam Şimdidir – Ahmet Bayındır
◊ Kitap : YAŞAM ŞİMDİDİR “Yaşamın Ana Dinamikleri”