İnsan hayatının her aşamasında etkin rol oynayan yüzleşme, özgüven ile bütünleşik halde bulunur. Yaşamın her evresinde algılanmasıyla da vazgeçilmez temel değer haline gelecektir. Özgüveni olmayan insanın hiçbir şeyle yüzleşmesi düşünülemez; ne yazık ki sorgulama ihtiyacı da duymaz. Sorgulama gerektirene de uyum sağlayarak, yüzleşmeyi düşüncesinden uzak tutar. Özgüvene kavuşuncaya kadar da öylece kalacaktır; oysaki özgüvenin etkinliği ile tavır geliştiren insan, yaşamda karşılaştığı her şey ile yüzleşme cesaretine kavuştuğunda, özgüvenin de arttığını görecektir.
Yüzleşme, duruşun bu tarafı gibi hissedildiğinde gerçekleşir. Kendinden eminlik öndedir; ama yüzleşmeden sonra düşüncenin değişebileceği öngörülmemesine rağmen değişebilecektir. Bu değişim çok değerlidir; çünkü gerçeğe ulaşılmıştır. Tarafsız ve objektif bir yüzleşme gerçekleşmez. Yüzleşen insanın içinde, vazgeçemediği ve susturamadığı ego denen bir eşkıya vardır. Bu eşkıyanın zapt edilmesi kolay değildir ve duygusal durumlarda yüzleşmeyi engeller. Her yüzleşme sakinlikle, sözde objektif bakılarak yapılması istenir; ama her zaman başarılamaz. İlk anda algılanan karşıtlığın kökü, egonun özgüvene yaptığı baskıyla ifade edilebilecektir. Kendine güvenen insanın, yüzleşmeyi öne alması gerektiği gibi bir algının gelişmesi, onu yaşamın vazgeçilmezi yapacaktır.
Bireyselleşme sürecinin tamamlandığının en büyük göstergesi olan kendisiyle barışık halde yaşama arzusu, huzur getirecektir. Kendini tamamlama bilinci, kendini keşfetmiş, kendiyle bütünleşmiş, sakin, verimli ve mutlu olma düşüncesini tetiklediğinden önce kendisiyle yüzleşme cesaretini doğuracaktır. Bireyselleşmesini tamamlayamamış insan, huzur ve güçten yoksun olduğundan o cesareti hissetmez. Kendine dürüst olmayı bile becerememektedir ve yeni bahaneler bulup kendisiyle yüzleşmekten kaçacaktır; ama nereye kadar? Elbette insanın var oldukça, karanlıkta tuttuğu yanları da olacaktır, beğenmediği yanları da. Olmalıdır da çünkü hiç kimse, sadece iyi ya da kötü değildir. Hata mutlaka yapılacaktır; çünkü duygusallığın bilinç ile çatışması hayatın her anında vardır. Üstelik hatalar, bazen öğretmenlik de yapar! Yaşamın en önemli kurallarından olan, kendini tanıma ve gerçekleştirme becerisi elde edilemediğinde; egonun rüzgârı, yüzleşme cesaretini alıp savuracaktır. Sürekli olarak çevreye göre tavır geliştirildiğinden, iyi ve özgüvenli görünme rolü yapılacaktır; oysaki Mevlana’nın; “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” sözü bir yaşam manifestosu gibidir. Onun için kendin gibi olabilmenin kuralı; kendinle yüzleşmeyi başarmaktır. Yüzleşmede zor olan bu süreç, her insanı hırpalar. Lao Tsu’nun; “Başkalarını tanımak akıllılıktır, kendini tanımak ise bilgelik.” görüşü de başka bir yaşam manifestosudur. Her insan, hayatında bilgeliği öne aldığında; kendi ile yüzleşerek çatışmasız bir ortamda yaşayacaktır. Bilgeliği öne almayanlar ise olumsuzluklar başladığında, bunun nedeninin dışarıda olduğunu dile getirerek komplekslerini tatmin edeceklerdir; oysaki sorun içeridedir, kendindedir. Kendi ile yüzleşmeye cesareti olmayanların yaşamı, her zaman net değildir, gridir. Ortama göre ya siyaha, ya beyaza dönmeyi uyanıklık sayarlar. Kendi ile yüzleşebilme becerisinin en keskin virajı, içten söylenen; -“Ne kadar da ikiyüzlüyüm, bu ben olamam.” denebildiğinde, bireyselleşmenin kapalı yolu açılacaktır. Belki de kendi ile yüzleşme cesaretine ulaşamayacaktır; ama içten içe dik duran, özü sözü bir olmayı başarmış insanlara imrenerek bakmaktan kendini alamayacaktır.
Düşünce ile yüzleşmek daha da derinlerde, kılıç seslerinin çok olduğu arenada gerçekleşir. Düşüncenin gelişme sürecinde rol oynayan çok önemli faktör olan his, en olumlusundan en olumsuzuna etkin rol oynadığında; düşüncelerin masaya yatırılarak yüzleşilmesi, ya kimliğin törpülenmesini, ya da düşüncenin değiştirilme sürecini başlatır ki bu zordur. Farkına varılamasa da yıpratıcıdır.
Kimliğinle yüzleşmek ise daha da zordur. Bilinçaltına itilen öğrenilen kalıplar ile insanın özü olan “İd” in çatışması çok yaman geçer. Dal budak, kafa yarar. Hepsinin kökündeki restleşme; “yüzleşme” meydanında gerçekleşecektir. Orada rol de yapılmaz, kıvırmada olmaz. Kendinle yüzleşme, er meydanında gerçekleştiği için hile de yapılmaz; üstelik kaçma da olmaz. Özene bezene oluşturulan kimlikte, değişmez denilen köşe taşları ile yüzleşilmesine karşı duruş olsa da gerekebilecektir. Yüzleşme, doğruyu bulma yolunu da açabilecektir.
Toplumla yüzleşmek, ayrı bir savaş alanıdır. İnsanlık tarihindeki aydınların toplumla zıtlaşık hali, yüzleşmeye bile fırsat bulmadan toplumun karşıtlığı ile engellenmiştir. İnsanın aklına; “Aydınlar, toplum ile neden çatışır?” sorusu gelecektir; ama toplumun gelişim sürecinin öncüleri olması, onları öne çıkarmıştır. Değişim, tüm toplumlarda kolay değildir; ama değişim sürecinin tetikleyicileri her zaman aydınlar olduğundan çatışmanın tam da göbeğinde yer alırlar. Hedef olmaktan da kaçamazlar.
İlişki ile yüzleşme, belki de en kolayıdır; ama bir tarafın gerçek olmaması zor geçmesine yol açar. Bir tarafın sanal olduğu yüzleşme çatışma çıkaracaktır; ama egonun susturulması başarılabilirse her iki taraf da sakinleştiğinden, yüzleşmelerde pek de kılıç sesleri duyulmaz. Kendi ile yüzleşmeyi tamamlayan insanın ilişkisindeki yüzleşmenin kolaylığı, karşı tarafı da önce kendi ile yüzleşmesi telkinini geliştirdiğinden, önemi daha da artar. Üstelik, bu sürecin etkin rol oynayıcılarından olan empati, sempati, sevgi ve cinsel çekim gibi güçlü dinamikler vardır. İlişkilerdeki yüzleşme ihtiyacının, her zaman bir zıtlaşık durumlardan kaynaklandığını düşünürsek, öncelikle tarafların kendileri ile yüzleşmesi öne çıkaracaktır. Kendi ile yüzleşmenin belki de en önemli tarafı gerçek olma zorunluluğu olduğundan, adeta hayatın vazgeçilmez kuralıdır. İlişkilerdeki yüzleşmenin ne kadar önemli olduğunu Jung’un: “Eleştirdiğiniz her şey de biraz da sizden bir parça bulunur.” sözü ilişkinin özü gibidir. Aslında bu kuram, yüzleşmenin önünü açar. Her iki tarafın, gri ya da karanlık ve beğenilmeyen yönleri ile yüzleşme çabası, hem ilişkiyi geliştirecektir hem de bireysel özgüven elde edilecektir. Gizlenen her olumsuzluk, ileriki yüzleşmelerde daha büyümüş olarak karşıya çıkacak; onu yok etmek daha da zorlaşacaktır.
Yüzleşmenin durumsal değerlendirmesinde öne çıkan; gerçek, teşhis, tespit, ihtiyaç ve korku yüzleşmenin yaşamsal değerini bir başka boyuta taşır. Gerçeğin öne çıkma sürecinde; yanılgıların etken olmasıyla ulaşılan sanallık, sona erdiğinden içte yaşanan zıtlaşmayı susturmak kolay değildir. Gerçek dışılığın, can acıtsa da sona ermesi; -“İyi ki yüzleşmişim.” dedirtebilecektir. Yüzleşme ile ortaya çıkan gerçek, ilişkiyi düzeltme gücüne de sahiptir. Egonun mağlubiyeti olarak düşünülmemesi, yüzleşmeyi değerli kılar. İçte yaşanan ve eksiklik hissiyle başlayan yüzleşme, belki de gizli kalan bir şeyi açığa çıkararak yaşamı, daha değerli hissettirebilecektir. Elbette yüzleşmelerin sonunda yaşanabilecek belirsizlikler de olabilecektir; ama yüzleşmenin, yaşamı doğrudan etkilediği düşüncesiyle yaşamın gerçek haliyle yaşanmasını sağlayacaktır. Yüzleşme, her zaman yaşamın vazgeçilmezi olmalıdır.