Tarihin derinliklerinden günümüze olan süreç göstermiştir ki; Türk insanı, olaylara bakış açısı ve gösterdiği tepkiler bakımından çok ilginç bir ruh haline sahiptir. Nereden böyle bir özellik, alışılageldiğini bulmak tabii ki antropologların işidir. “Her şeyi son anda yapma” gibi garip bir davranış şeklini görmekteyiz.
Tarih süreci, bunu apaçık göz önüne seriyor. Orta Asya’dan çıkışta bile; en son ana kadar tepkilerini göstermediler. Yok olacaklarını anladıklarında, yurtlarından ayrılıp kendilerine bir çıkış yolu aradılar. Büyük bir bölümülerini kaybetme pahasına, şükür ki o yolu bulup çıktılar.
Geçen yüzyılın birinci çeyreğinde, bin yıldır vatan yaptıkları, anaların dolu olduğu topraklara “Anadolu” ismini verdiler. Yaşadıkları topraklarda, işgal kuvvetlerinin ayak seslerini beyinlerinde hissedene kadar, kimse tehlikenin o denli yaman olduğunu anlayamadı. İşgal apaçık ortadaydı.
Anaların dolu olduğu vatanları, ellerinden alınıyordu. İçgüdüsel başka özelliklerini ortaya koyacak bir etken gerekiyordu. O özelliği ortaya çıkaran bir “Beğ” olmalıydı! Kovan misali, kovanın “Kraliçe” si sinyal vermezse koca kovanın faliyeti durur ve bal bile yapamazlar. Kraliçe aslında bir “Beğ” di. Bence burada sır vardı; içdüsüsel bal yapma refleksleri bir “Beğ”e mi bağlıydı? O beğ ki; genç yaşına ragmen, o büyük yükü kaldırma gücünü kendinde görüyordu; Mustafa Kemal. Anadolu ateşini yakmayı başardı.
Anadolu işgali çoktan başlamış, top sesleri başkentte bile duyulur olmuştu. Başkaldırı, başlamalaydı; ama aslında geç kalınmıştı. Başkaldırının adına “Kurtuluşun Savaşı” dendi. Tam bir kurtuluş mücalesi. Yok olma – var olma arasında gidip gelen olaylar birbirini izledi. Yine o özellik devredeydi; bıçak kemiğe ancak dayanmıştı! Bu başkaldırının adı, ister istemez “kurtuluş” adını almalıydı. O kurtuluşa binlerce insanımızı feda ettik. Türk insanı, bir şeyin daha farkındaydı artık. Bir önder öncülüğünde yenemeyeceği hiçbir güçlük yoktu.
Yine öyle oldu. Olmayanı oldurup, bu güzel vatanı bize kazandırdılar. Kanla sulanarak yeşerdi, bu topraklar. Aş oldu, iş oldu, vatan oldu. Tüm dünya, bir daha haykırışımızın farkındaydı artık;
“Bin yıldan beri buradayız, gelecek bin yılda da burada olacağız”.
Bizim hayatımızda hep son anlar vardır. En kolay işi bile, son anda yapmayı severiz.
Zamanlamayı sevmeyiz. Öncesini hiç düşünmeyiz. Sıkışarak, sırada bekleyerek yaparız en sıradan resmi işimizi bile. Hayatımızı planlamayı sevmeyiz. Not tutmayız. Ne yapacağımız, hep aklımızda olur.
Unutunca da; iş işten geçmiş olur. Geç kalınan kendi hayatımız olsa da önemsemeyiz. Olduğu kadar olmasına, razı oluruz.
Bıçak kemiğe dayanmadıkça ekselen yaşamımıza acımayız. Etimizi keserler, parçalarlar, sıra kemiğe geldi mi, -“Dur” demeyi çok severiz. Çünkü; kemik, gövdeyi ayakta tutan direk olduğunu iyi biliriz; ama direği yıktırmayız. Yıkacak olanı, canımız pahasına yok ederiz. Bu işi iyi biliriz. Cümle alem bunu çok iyi bilir.
Şu anda emperyal güçlerin ne yaptığını bir kısım insan bilmese de bilen çok insan var artık ülkemde. -“Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen bir Beğ’in nesliyiz. Elbette bağımsızlığımız önemli olacaktı; ama bu ne hal? Aklım almıyor. Bağımsızlığı karakterine kazıyan Türk insanı, varlığı tehlikede olanca mı dur diyecek? Bıçak kemiğe dayanmadı herhalde ki, umursamazlık hortlamış. Kimsenin kılı kıpırdamıyor ve önemsemiyor. -“Boşver” bişey olmaz mı deniyor? Freni patlayan aracın inişte freni tutmayabilir? Merak edilmiyor, sorgulanmıyor. Yokuşun başı mı bekleniyor? –“Çaresine bakarız, bir şey olmaz, hele o zaman gelsin, hallederiz” mi diyoruz? Zaman durmuyor. Doğan güneş, mutlak batıyor.
Ardından öbür gün geliyor. Gelecek zamanı kestiremiyor muyuz? Yarınların belirsizliği neden umusanmıyor? Beka, sadece dört harften ibaret değil. Artık modern dünyada kılıçla meydanlarda savaşyapılmıyor. Emperyalist zihniyetler, derin planlarını adım adım uygulamaya koyuyorlar. Şu anda ülkemizde 11 milyon civarında yabancı var. Çok büyük çoğunluğu Suriye’li. 2050 yılında sayıları bu doğurganlıkla 35 milyona ulaşacağı hesaplanmaktadır. -“Onlar mülteci değil, bizim kardeşlerimizdir, göndermeyeceğiz” diyen devletin şu anki yetkili insanları, neden aslında bir proje olan bu planın farkında olmazlar? Bıçak kemiğe dayanınca mı farkına varacağız?
TBMM’nin en ihtişamlı yerinde duran; “Egemenlik, Kayıtsız Şartsız Milletindir” tabelasının indiği gün mü bıçak kemiğe dayanacak? Öylece bakıyoruz da! Bakıyoruz; ama göremiyoruz. O gün, farkına varılacak; ama inşallah iş işten geçmemiş olur. Hala vakit geç değil. Bıçağın kemiğe dayandığı gün hiç gelmez umarım. Çünkü; o gün, ikinci kurtuluş olmayabilir. Önümüzde hala bir fırsat var…